Bu kitap nübüvvet konusunu, Islam kelam disiplininde ortaya konuldugu haliyle ve bu disiplinin temel epistemolojik sistemleri olan Sîa, Mu’tezile ve Es’arîlik doktrinleri üzerinden ele almaktadir. Giris olarak nübüvvet meselesinin Islam öncesi dinlerde nasil ele alinmis oldugu incelenmekte, böylece nübüvvet olgusunun ve genel olarak dinî bilincin tarihsel ve insanî dogasinin açikliga kavusturulmasi hedeflenmektedir.
Islam kelami –ki bu disiplin Müslümanlarin esas felsefî düsüncelerini olusturmaktadir- birbirileriyle mücadele içerisinde olan degisik dinî gruplarin, ilahî söylemin (Kur’an metninin) diline dayanarak kendi dünyevî çatisma ve ihtilaflarini teorik temel oturtma çabalarindan dogmus oldugu için, yazar nübüvvet ile ilgili olanlar dahil olmak üzere tüm teolojik düsüncelerin dogusunun ardindaki tarihsel ve insanî kökenleri aydinlatmaya çalismis, bu çerçevede soyut ve formel teolojik sistemleri izah etmeye, bunlarin insanî ve tarihî kosullar esliginde olusum ve gelisimini ortaya koymaya gayret göstermistir.
Es’arîlerin ve Mu’tezile’nin nübüvvet konusunda iliskin görüsleri daha çok tartismaci-savunmaci bir çerçeve içerisinde ortaya çikmis oldugu gibi, Sîa’nin nübüvvete dair görüsleri de imamet doktrininin temellendirilmesi ile ilgili olarak ortaya çikmistir. Nitekim imamet doktrini Sîa düsünce sistematigi içerisinde, giderek siyaset kategorisinden çikarilip tartisilmaz bir sekilde iman esaslarindan biri olarak kabul edilmesini gerektirecek kadar büyük bir yer tutmaktadir. Bu da elinde toplumun bütün görevlerini ve yetkilerini bulunduran imamin masumiyetine iliskin düsünceyi izah eder niteliktedir. Ancak Sîa’da imamin konumu dünyevî ve insanî bir konum olarak degil, Allah tarafindan tipki nebî’nin seçilmesinde oldugu gibi ezelî ilim geregi seçilmis bir ilahî konum olarak telakki edilmistir. Bu nedenle Sîa’ya göre imamet, nübüvvetin ikizidir, imam bilginin kaynagi, seriatin muhafizidir, hatta o, tarihin odak noktasi, toplumun (ümmetin) varliginin temelidir.
Es’arîler ise temelde insani unutmus olmakla bir krize girmislerdir. Hatta onlarin düsünce sistematiginde, varligin üç kategorisi olan Allah-insan-evren üçlüsü içerisinden insan neredeyse silinmis durumdadir. Insanin silinmis olmasi ile birlikte tarih ve insanî gerçeklik de ortadan kaldirilmis, böylece Allah ve peygamber ile ilgili meseleler bilginin bütün konularini teskil eder olmustur. Böylece Es’arî düsünce sistematigi insanin ve evrenin aleyhine olmak üzere ilahî olanin mutlak egemenligini vurgulamis ve bunun üzerinden –bilinç disi yoluyla da olsa- “otoritenin Islam’i”ni, yani siyaset ve dünya meselelerinde tek bir bireyin mutlak otoritesini teorik olarak temellendirmistir.
Mu’tezile’de ise insanin bu yabancilasmasina son verilmek istenmis ve bunun için dinin asil özü, yan insanî özü ortaya çikarilmaya çalisilmistir. Buna göre insan “inancin varlik sebebi ve gayesidir.” Yine Mu’tezile, nübüvvet konusunda –hatta kelamin bütün meselelerinde- insandan hareket ederek düsünmüstür. Bu nedenle onlara göre nübüvvet, “insanî kosullara bagli olarak, yani insanin maslahatini gözeterek ortaya çikmis olan ilahî hitap” olarak tanimlanmistir.
Bu çalisma kelam disiplininin temel kavramlarindan biri olan nübüvvet kavramini merkeze alarak ve bu disiplinin ana epistemolojik sistemlerinin “bilinç disi”ni okumayi hareket noktasi edinerek, kelam disiplininin yeniden yapilandirilmasini hedeflemektedir.