Asım Öz/ Kültür Servisi
Hapishane ortamı ve dünyası edebiyatın hiç yabancısı olmadığı bir dünyadır. Bunun nedeni yalnızca yazının konu genişliğinden değil, aynı zamanda epeyce bir yazarın yaşamının belli bir dönemini zindanlarda geçirmiş olmasından kaynaklanır. Cumhuriyet tarihi boyunca hapishaneler bu ülkede hep sorun oldu. 1920'lerden itibaren Türkiye hapishanelerinde yazarlar eksik olmadı. 1940'larda, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl,Sabahattin Ali,Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi yazarlar, ağır hapis cezalarına çarptırıldılar. Bu hapishane deneyimleri aradan geçen yıllar içinde, çeşitli biçimlerde edebiyata yansıdı Nâzım Hikmet en güzel şiirlerini Ankara, Çankırı ve Bursa Hapishanelerinde yazdı. Her defasında severek okuduğumuz ve dinlediğimiz "Başın öne eğilmesin, aldırma gönül, aldırma" dizelerinin sahibi Sabahattin Ali, bu şiiri 1933 yılında Sinop Hapishanesi'nde yazdı.
1952'de İstanbul Harbiye Askeri Cezaevi'nde yatan şair Ahmed Arif ise; "Bir ufka vardık ki / yalnız değiliz sevgilim / Gerçi gece uzun / Gece karanlık / Ama bütün korkulardan uzak / Bir sevdadır böylesine yaşamak" diyordu.
Özellikle de cezaevi ortamında hiç de eksik olmayan işkencenin kaldırılması için yazarlardan hukukçulara değin yorulmak bilmez mücadele ise insan hakları mücadelesinin bir parçasını oluşturur.